Bayburtlu Bir Başbakan

Bayburtlu bir başbakan, başlığını duyunca, belki bir çoğunuzun aklına ileride bir Bayburtlu başbakan olsa acaba Bayburt’a neler yapabilir sorusu gelmiş olabilir.

Bayburtlu Bir Başbakan
Bayburtlu Kara İbrahim Paşa

Elbette Bayburt’tan birisi gelecekte başbakan olabilir, ancak benim bahsetmek istediğim bir hayal değil gerçeğin ta kendisidir. Yani Bayburtlu biri başbakan olmuştur. Lafı fazla uzatmadan kimden söz ettiğimi hemen söyleyeyim. Söz konusu Başbakan 1683-1685 yılları arasında Osmanlı Padişahı IV. Mehmet döneminde iki yıl görev yapmış olan Kara İbrahim Paşa’dır. Tabi o dönemde Başbakan deyimi kullanılmıyordu, devletin başı padişah, hükümdar veya sultan denilen kişi idi. Günümüzde başbakanlık makamını karşılayan sadrazam veya veziriazam ise hükümdardan sonra ikinci adamdı. İşte hemşerimiz Kara İbrahim Paşa da bunlardan biri idi.

Bilmem 1683 tarihi sizlere bir şeyler çağrıştırdı mı? Bu tarih Türklerin Viyana kapılarına ikinci defa dayandıkları ve alınan mağlubiyet üzerine kutsal ittifakların oluşturulduğu çok meşhur bir tarihtir. Peki Kara İbrahim Paşa ile ne alakası vardır derseniz. Hemen söyleyelim II.Viyana Kuşatmasında sadrazam(başbakan) ve serdarı Ekrem(ordu komutanı) Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’dır ve Kara İbrahim Paşa onun azlinden sonra sadrazam olmuştur.

Kara İbrahim Paşa’nın doğum tarihi ay ve gün olarak bilinmemekle beraber, H. 1030 tarihinde ( M.1620-1621) dünyaya geldiği bir çok kaynakta yazılıdır. Bu kaynaklardan biri  Osmanlı sadrazamlarının hayat hikâyeleri hakkında çok önemli bir eser olan Hadikatü’l-Vüzerâ’dır. Müellif Osmanzâde Taib Ahmed, Kara İbrahim Paşa hakkında Bayburdludur tarih-i veladeti bin otuzdur diyerek, H.1030 /M 1620-1621’de dünyaya gelmiş olduğunu ifade etmektedir. Diğer kaynaklarda onun günümüzde Demirözü İlçesine bağlı Hınzeverek/Çatalçeşme köyünde doğduğu kayıtlıdır. Ve doğrusu da budur. Ancak İbrahim Paşa’nın dünyaya geldiği dönemde adı geçen köy Kelkit’e bağlı idi. Kelkit ise Erzurum Eyaleti’nden idare ediliyordu. Daha sonra Bayburt’a bağlanmıştır.

İbrahim Paşa, gençlik yıllarında Abaza Hasan Paşa’nın yanında levent askeri olmuş, Abaza’nın isyanı ve idamı sonrası İran’a gitmiş ve bir süre sonra geri dönerek Firari Mustafa Paşa’nın himayesine girmiştir. Hamisinin ölümü üzerine bir süre muhtelif devlet adamları ile birlikte çalışan İbrahim Paşa, sonunda sadaret Kethüdası Merzifonlu Kara Mustafa’nın yanına gitmiş ve onun Silistre valiliği sırasında kethüdası olmuştur. Bundan böyle kara kethüda olarak anılan İbrahim Paşa, böylece Merzifonlu ile yakınlaşmış ve Merzifonlu rütbe aldıkça kendi rütbesi de yükselmiş ve bu sayede Padişah IV.Mehmed ile de yakın temasta bulunmuştur. Sadaret kethüdalığından sonra, 1676’da üçüncü vezirliğe kadar yükselmiş ve Padişahın has adamlarından ve nedimlerinden biri haline gelmiştir. Ancak onun IV.Mehmed ile bu kadar yakınlaşması Merzifonlu’nun hoşuna gitmemiştir. Bu tarihten itibaren aralarında rekabet başlamış ve Merzifonlu, onu Padişahtan uzak tutmak amacıyla Kasım 1677’de Kaptan-ı deryalığa getirtmiştir. Bunun kendisini Padişahtan uzaklaştırmak için yapılmış olduğunu anlayan İbrahim Paşa, on dokuz gün sonra kendini rikâb-ı hümayun kaymakamlığına tayin ettirerek tekrar Padişahın yanına geri dönmüştür.

Viyana kuşatması Kara İbrahim Paşa’nın hayatında dönüm noktası olmuştur. Seferden başarısızlıkla geri dönen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya karşı bir muhalif cephe oluşmuş ve İbrahim Paşa da bunun içinde yer almıştır. Özellikle Dârussâde Ağası Yusuf ve Mîr-i ahur-ı evvel Boşnak Sarı Süleyman Ağalar, Merzifonlu’nun görevden alınması için büyük çaba sarf etmişlerdir. Silahdâr Fındıklı Mehmed Ağa’nın deyimiyle, bu iki şahıs Kara İbrahim Paşa’yı sadaret sevdasına düşürmüşler ve Merzifonlunun katledilmesini istemişlerdir.

Yapılan tahrik ve teşvikler sonucu Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 25 Aralık 1683’de idam edilince, Kara İbrahim Paşa onun yerine sadrazam olmuştur.

Padişah burada Kara İbrahim Paşa’ya gözünü aç seni selefinden beter ederim diye de tavsiyede bulunmuştur.

Kara İbrahim Paşa sadarete geldiğinde, Osmanlı Devleti Avusturya, Lehistan ve Venedik cephelerinde savaşa devam etmekteydi. Osmanzade Taib Ahmed’e göre, İbraihm Paşa, savaştaki askere gerekli levazımatı gönderdiği gibi ihtiyaç duyulan asker ve zahire de gönderilmiştir. Ancak düşmanın ilk istilası anında gereken yardım sağlanamadığından vahim akibetle karşı karşıya kalınmıştır.

Paşa, Avusturya cephesine gitmeyerek işleri merkezden idare etmeyi tercih etmişti. Bir süre sonra hastalanınca serdar Sarı Süleyman Paşa, kendisine vekâlet etmesi için İstanbul’a getirilince İbrahim Paşa onun sadarete geleceğini düşünerek, Süleyman Paşayı Avusturya cephesine serdar tayin ettirmiştir. Padişahın sefere bizzat Kara İbrahim Paşa’nın çıkmasını istemesine karşılık, İbrahim Paşa, bizim binnefis azimetimizden ise vüzera-yı kârr-ı azzamadan biri seraskertayin edilsin demiştir. Bunu üzerine 27 Muharrem 1097’de /24 Aralık 1685’de Padişah tarafından azledildi ve yerine Sarı Süleyman Paşa atandı.

Kara İbrahim Paşa azlinden sonra bir süre Üsküdar’daki Bayrampaşa yalısında oturdu. Daha sonra hacca gitmek için padişahtan izin aldı ve yolda muhafazası için asker yazmaya başladı. İbrahim Paşa’ya karşı oluşmuş olan muhalif hava her geçen gün daha da artıyordu. Ancak muhaliflerinin, çok parasının bulunduğunu ve asıl maksadının eski bir Celali olarak Anadolu’ya geçip isyan çıkarmak olduğunu söylemeleri üzerine, IV. Mehmed bu söylentilerin doğru olup olmadığını anlamak için sefer ianesi olarak kendisinden 500 kese akçe istedi. İbrahim Paşa ise hac için biriktirdiği 70.000 altından başka parasının bulunmadığını söyleyerek padişahın teklifini geri çevirdi. Bunun üzerine kapı arasına hapsedildi. Üç bin kese nakit parasına, mallarına ve servetine devletçe el konuldu, kırk üç gün kadar tutuklu kalan İbrahim Paşa, Rodos Adası’na sürüldü. Muhaliflerin tahrikleri ile Haziran-Temmuz 1687 tarihinde öldürüldü. Vücudu orada defnedildi, kesik başı İstanbul’a getirildi.

Böylece İbrahim Paşa hayata veda etmiş oldu. Ancak o, adını ilelebet yaşatacak pek çok hizmete imza atmıştır. Bunlardan biri de doğduğu köyde inşa ettirmiş olduğu ve bugün hala ayakta olan Hınzeverek Köyü Camiidir. Bundan başka İzmir’de, Ahıska’da, İstanbul’da ve daha birçok yerde vakıf eserler vücuda getirmiştir.

Yrd.Doç.Dr. Yunus ÖZGER
Bozok Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Eposta:yunusozger@yahoo.com